-
1 açık olmak
"to be on; to be aboveboard with" -
2 araları açık olmak
v. not to be on friendly terms, be on bad terms with, be at odds with, divide -
3 arası açık olmak
be in badly with -
4 arası açık olmak
to be at loggerheads -
5 tartışmaya açık olmak
to be open to dispute -
6 açık
\açık vermek Defizit aufweisen, in den roten Zahlen stehenkasa açığı der Fehlbetrag in der Kasseülkenin doktor açığı der Ärztemangel des Landes2) Lücke f3) ( gemi)\açıklarda auf offenem Meeraçığa çıkarmak entlassenyüzündeki ifade sevincini açığa vuruyordu der Ausdruck auf seinem Gesicht verriet seine Freude1) ( kapalı olmayan) offen, geöffnet, auf\açık bırakmak offen lassen, auflassen\açık kapı bırakmak ( fig) sich einen Ausweg offenhalten, sich eine Hintertür offen halten\açık pencere önünde vor dem offenen Fenster\açık şehir pol offene Stadtgözünü \açık tutmak die Augen offen halten2) ( yol) freiyolu \açık olmak freie Bahn habençek \açıktır der Scheck ist nicht gedecktçok \açık bir film ein sehr freizügiger Film5) ( boş) leer, freikâğıtta \açık yer kalmadı es gab keinen leeren [o freien] Platz mehr auf dem Blatt7) ( vazıh) offen\açık konuşma zamanı artık gelmişti die Zeit war nun gekommen, offen zu reden8) aufgeschlossenher çeşit yeniliklere \açık olmak aufgeschlossen sein gegenüber allerlei Neuigkeiten9) ( renk için) hell\açık bir renk eine helle Farbe\açık sarı saçlı bir kadın eine Frau mit hellblondem Haar\açık tenli hellhäutig11) ( sarılmamış) lose12) (kamuya \açık, halka \açık, gizli olmayan) öffentlich\açık duruşma/oturum öffentliche Verhandlung/Sitzung13) \açık farkla önde olmak mit großem Abstand führen1) ( açıkça) offen\açık söylemek offen sagen\açık söylemek gerekirse, ... offen gesagt [o gestanden],...\açık vermek ( fig) sich verraten, sich anmerken lassenhiç \açık vermedi er ließ sich nichts anmerkenbirine \açık olmak jdm offen seinkapım sana her zaman \açıktır meine Tür ist immer für dich offen2) ( dükkân) offen, aufbu dükkân pazarları da \açıktır dieser Laden hat [o ist] auch sonntags offendükkân \açık mı? hat das Geschäft auf?gözlerini \açık tutmak (a. fig) die Augen offen haltenışığı \açık bırakma! lass das Licht nicht an!radyo \açık mı? ist das Radio an? -
7 açık
açık1 <- ğı> adj Tür usw offen (a Meer); Geschäft, Museum geöffnet; Platz, Stelle frei; Schritt weit; Farbe hell; Film usw frei, schamlos; Tee leicht;açık açık in aller Offenheit, freimütig;açık ağızlı deppenhaft;açık arttırma Auktion f;açık çek Blankoscheck m;açık eksiltme (öffentliche) Ausschreibung f;açık fikirli vorurteilsfrei, aufgeschlossen;açık fikirlilik Aufgeschlossenheit f;açık hava Freilicht…;açık havada im Freien;açık liman Freihafen m;açık mektup offene(r) Brief;açık seçik deutlich;açık olmak offen sein (-e für etwas); offen stehen (-e jemandem);açık söylemek offen aussprechenaçık2 <- ğı> subst (das) Freie; freie Stelle f, Vakanz f; ÖKON Defizit n, Fehlbetrag m; Lücke f, Ausfall m;açık vermek ÖKON in den roten Zahlen stehen; sich ertappen lassen;açığa çıkmak an den Tag kommen;açığa vurmak offenkundig werden; (-i) bekunden (A);bütçe açığı Haushaltsdefizit n;şehrin açığından an der Stadt vorbei;… açıklarında vor … (im Meer);açıkta im Freien;-i açıkta bırakmak jemanden ohne Arbeit oder ohne Unterkommen lassen;açıkta kalmak oder olmak keine Arbeit oder kein Unterkommen haben; nicht berücksichtigt werden; → açıktan -
8 açık
открове́нный я́сный* * *I 1.1) врз. откры́тыйaçık arazi — откры́тая ме́стность
açık pencere — раскры́тое окно́
yol açık — доро́га откры́та
2) я́сный, чёткий (о почерке и т. п.)açık ibare — я́сная фра́за
3) непокры́тый, обнажённыйaçık baş — простоволо́сый
göğsü açık — у него́ грудь откры́та / обнажена́
4) све́тлый ( о цвете)açık mavi — све́тло-си́ний
açık yeşil — све́тло-зелёный
açık renk kostüm — све́тлый костю́м
5) неза́нятый, свобо́дный; вака́нтныйaçık memuriyet — вака́нтная до́лжность, вака́нсия
kağıtta açık yer kalmadı — на бума́ге не оста́лось чи́стого ме́ста
6) нескро́мный, фриво́льный, непристо́йныйaçık filmler yasaklandı — порнографи́ческие фи́льмы бы́ли запрещены́
pek açık fıkralar anlatıyor — он расска́зывает о́чень уж неприли́чные анекдо́ты
7) перен. откры́тый, бесхи́тростный, прямоду́шный2.bu adamın her işi açıktır — у э́того челове́ка всё как на ладо́ни
1) откры́то, открове́нноaçık konuş yalan söyleme — говори́ пря́мо, не ври
2) я́сно, поня́тно; отчётливо••- açık gelmek
- açık kapı bırakmak
- açık oyla seçmek
- açık yürekle II озвонч. -ğı1) откры́тое простра́нство, пусты́рь разг.bugün açıkta bir toplantı yapıldı — сего́дня под откры́тым не́бом бы́ло проведено́ собра́ние
2) [не́сколько] удалённое ме́сто (от чего-л.)tren yolu şehrin açığından geçer — железнодоро́жный путь прохо́дит недалеко́ от го́рода
3) морски́е просто́ры, прибре́жные во́дыBakırköy açıklarında — в прибре́жных во́дах Бакыркёя
deniz açıklarında — в откры́том мо́ре
4) вака́нтное ме́сто, вака́нсияaçıklara kimse alınmıyor — на вака́нтные места́ никого́ не беру́т
bu dairede hiç açık yok — в э́той конто́ре нет никако́й вака́нтной до́лжности
5) недоста́ча, дефици́тaçık [açığı] çıkmak — а) обнару́житься (о дефиците, недостаче); б) всплыть / вы́йти нару́жу, обнару́житься; проясни́ться
açık [açığı] kapamak / kapatmak — покры́ть недоста́чу / дефици́т
dış ödeme açığı — внешнеплатёжный дефици́т
dış ticaret açığı — внешнеторго́вый дефици́т, дефици́т внешнеторго́вого бала́нса
••- açıkta- açıkta bırakmak
- açığa çıkarmak
- açıkta kalmak
- açıkta olmak
- açıktan kazanmak
- açık vermek
- açığa vurmak -
9 açık
"1. open. 2. unobstructed, free. 3. uncovered; naked, bare, exposed. 4. empty, clear, unoccupied. 5. spaced far apart, separated. 6. open for business, open. 7. clear, easy to understand; not in cipher. 8. not secret, in the open. 9. light (shade of color). 10. fortunate, promising. 11. obscene; suggestive. 12. open, defenseless, unprotected (city). 13. not roofed; not enclosed. 14. clear, cloudless, fine. 15. the open. 16. vacancy, job opening. 17. deficit, shortage. 18. excess of expense over income. 19. distance, space between. 20. outskirts; nearby place. 21. soccer wing, winger, player in a wing position. 22. open sea. 23. frank, open. 24. frankly, openly. -ında/-larında naut. off..., offshore. -ta 1. outdoors, in the open air. 2. obvious, apparent. 3. naut. in the offing, offshore. 4. unemployed. - açık openly, frankly. -tan açığa openly. - adım big step, wide step. - ağızlı stupid, dim-witted. - alınla with a clear conscience. -a almak /ı/ to lay off (a government employee) temporarily. - arazi mil. exposed terrain, unprotected terrain, open country. - artırma sale by public auction. - ateş mil. direct fire. -ta bırakmak /ı/ 1. to leave (something) outdoors. 2. to leave out, exclude (a person from a privilege). 3. to leave (someone) without a home or a job. - bono vermek /a/ 1. com. to give (someone) a blank check. 2. to give (someone) carte blanche, give (someone) freedom of action or complete control. -ını bulmak to find something amiss. - celse law public hearing. - ciro blank endorsement, general endorsement. - çek signed blank check. -a çıkarılmak to be dismissed from work, be fired. -a çıkarmak /ı/ 1. to fire (a government employee). 2. to bring (a matter) out into the open. -a çıkmak 1. to be fired. 2. to become known, come out. -ı çıkmak 1. (for one´s accounts) to show a shortage. 2. (for the inventory of property for which one is responsible) to show a shortage. - deniz 1. law high seas. 2. the open sea. - devre elec. open circuit, interrupted circuit. - durmak to stand aside, not to interfere. - duruşma law public hearing. -ta eğlenmek to wait offshore without anchoring. - eksiltme public bidding for a contract. - elbise (a) revealing dress; (a) décolleté dress. - elli open-handed, generous. - ellilik open-handedness, generosity. - fikirli broad -minded, enlightened, liberal-minded. - gel! slang 1. Stay clear! 2. Come on, out with it! - gelmek slang to stay away, not to come near. - giyinmek to wear revealing clothes; to wear décolleté dresses. - hava 1. open air, outdoor; fresh air. 2. clear weather. - hava sineması open-air movie theater, open-air cinema. - hava tiyatrosu open-air theater. - hava toplantısı public protest meeting. - hece gram. open syllable. - imza signature on blank paper. -ta kalmak/olmak to have lost one´s home or job, Brit. be up a gum tree. - kalp ameliyatı open-heart surgery. - kalpli open-hearted, candid. -ı kapatmak to meet the deficit. - kapı open door. - kapı bırakmak /a/ to leave (someone) with some room for choice, leave (someone) with some leeway, not to tie (someone´s) hands. - kapı politikası open-door policy. - kart vermek /a/ to give (someone) carte blanche. - konuşmak to be frank, talk frankly. - kredi open credit, blank credit. - liman 1. port unprotected from storms. 2. port without excessive formalities. 3. mil. unprotected port. -lar livası colloq. the unemployed. - maaşı half pay (while an employee is temporarily suspended). - mektup 1. open letter. 2. unsealed letter. - mevzi mil. exposed position. - olmak /a/ 1. to be accessible (to). 2. to be receptive (to). - ordugâh bivouac, temporary encampment. - oturum panel discussion. - oy open vote. - oylama open voting. - öğretim education modeled after that of an open university. -ını örtmek to cover up one´s fraud. - pazar open market. - poliçe certificate of indebtedness issued before all the details are settled. - saçık 1. off-color, risqué; bawdy -
10 bahtı açık
\bahtı açık olmak ein Glückspilz sein -
11 dekolte
-
12 kapamak
1. أخفى [أَخْفَى]2. آصد [آصَدَ]Anlamı: bir açıklığı örtmek için, bir şeyi, açık yerin üzerine getirmek3. أصد [أَصَّدَ]Anlamı: bir açıklığı örtmek için, bir şeyi, açık yerin üzerine getirmek4. أغلق [أَغْلَقَ]Anlamı: bir açıklığı örtmek için, bir şeyi, açık yerin üzerine getirmek5. أقفل [أَقْفَلَ]Anlamı: bir açıklığı örtmek için, bir şeyi, açık yerin üzerine getirmek6. أوصد [أَوْصَدَ]Anlamı: bir açıklığı örtmek için, bir şeyi, açık yerin üzerine getirmek7. دربس [دَرْبَسَ]Anlamı: bir açıklığı örtmek için, bir şeyi, açık yerin üzerine getirmek8. سد [سَدَّ]Anlamı: tıkamak, içini doldurmak9. سكر [سَكَرَ]Anlamı: bir açıklığı örtmek için, bir şeyi, açık yerin üzerine getirmek10. صك [صَكَّ]Anlamı: bir açıklığı örtmek için, bir şeyi, açık yerin üzerine getirmek11. غلق [غَلَقَ]Anlamı: bir açıklığı örtmek için, bir şeyi, açık yerin üzerine getirmek12. قفل [قَفَّلَ]Anlamı: bir açıklığı örtmek için, bir şeyi, açık yerin üzerine getirmek13. كتم [كَتَمَ] -
13 göz
"1. eye. 2. sight, vision. 3. eye, manner or way of looking at a thing; estimation; opinion. 4. fountainhead, source (of a stream or river); spring. 5. eye (of a needle). 6. division, section, compartment; pigeonhole; cubbyhole. 7. drawer (in a piece of furniture). 8. pan (of a balance). 9. evil eye. 10. bad luck inflicted by an evil eye. 11. esteem, favor, friendly regard. 12. rudimentary bud. 13. eye (on a potato). 14. eye, the depression at the calyx end of some fruits. 15. section, division, square (on a game board). 16. central core (of a boil). 17. eye (in cheese); hole (in bread). 18. desire, interest. -ünde /ın/ in the eyes of. -ü aç greedy, avaricious, insatiable. - açamamak to have no rest or respite. -ü açık clever, sharp, wide-awake, shrewd. -ü açık gitmek to die without having fulfilled one´s desire. -ü açılmak to become shrewd. - açıp kapayıncaya kadar/- açıp kapamadan in the twinkling of an eye, in an instant. -lerini açmak to wake up. -ünü açmak 1. to keep one´s eyes open, watch out, be wary, be on guard. 2. /ın/ to enlighten (someone), open (someone´s) eyes. 3. to be enlightened. 4. /ın/ to take (a virgin) to bed. 5. /da/ to have intercourse for the first time (with). - açtırmamak /a/ to give no respite to, give (someone) no chance to do anything else. -ünü ağartmak to open one´s eyes wide (in astonishment or anger). - ağrısı 1. eyestrain. 2. one´s old or first love or sweetheart. - ahbaplığı/aşinalığı knowing someone by sight. -ü akmak to be blinded (by accident). -e ak düşmek to get a cataract in one´s eye. - alabildiğine as far as the eye can see. - aldanımı/aldanması optical illusion. - alıcı eye-catching. - almak to dazzle. -e almak /ı/ to risk, accept the risk of, take or run the chance of. - ardı etmek /ı/ to undervalue, pay insufficient attention to. -ü arkada kalmak to leave with something left undone or with a desire left unsatisfied. - aşinalığı slight acquaintanceship. - atmak /a/ to take a glance at, run an eye over. -ün/-ünüz aydın! I´m happy for you!/Congratulations! (said to one whose long-awaited wish has come true). - aydına gitmek /a/ to visit (someone) to congratulate him/her. -ünü ayırmamak /dan/ not to take one´s eyes off of. - aynası ophthalmoscope. -lerini bağışlamak to donate one´s eyes on death. -ünü bağlamak /ın/ 1. to blindfold. 2. to hoodwink. -ü bağlı 1. blindfolded. 2. blindly, blindfoldedly. 3. bewitched. (...) -üyle bakmak /a/ to look at (someone, something) from the point of view of. - bankası eye bank. - banyosu 1. eyewash. 2. colloq. girl-watching. -e batmak 1. to stick out, hit one in the eye. 2. to attract attention. -leri bayılmak for one´s eyes to have a sleepy or desirous look. -lerini belertmek to open one´s eyes wide (in astonishment or anger). - boncuğu blue bead (worn to avert the evil eye). - boyamak to mislead, delude, deceive, hoodwink, pull the wool over someone´s eyes. -leri buğulanmak/bulutlanmak for one´s eyes to fill with tears. -ü bulanmak for one´s eyes to become clouded over. -ü büyükte olmak to be full of ambition. -leri büyümek to open one´s eyes wide (in surprise, with terror). -ünde büyümek /ın/ to assume great proportions to (someone). -ünde büyütmek /ı/ to blow up (something, someone) out of proportion. -leri çakmak çakmak olmak for one´s eyes to be bloodshot. -ünün çapağını silmeden the first thing on awakening, before wiping the sleep from one´s eyes. -e çarpmak to strike or catch one´s eyes; to be conspicuous. -leri çekik having slanting eyes, slant-eyed. -den çıkarmak /ı/ to be prepared to pay; to be willing to give up or sacrifice (something). -ünü çıkarmak /ın/ to do the worst possible job of (something), ruin, spoil. -üm çıksın/kör olsun Strike me blind if.... - çukuru anat. orbit, eye socket. -leri çukura gitmek/kaçmak to become hollow-eyed. -ünü daldan budaktan/çöpten esirgememek/sakınmamak to disregard dangers. -ü dalmak to gaze vacantly, stare into space. - damlası med. ey -
14 kapı
1. door. 2. gate. 3. possibility. 4. formerly government office. 5. place of work. 6. backgammon a point. -sında in the household of. -sı açık hospitable. - açmak /dan/ to mention, bring up. -yı açmak 1. to begin. 2. to be the first, break the ice. 3. /dan/ to bring up (a topic) which will lead to the main point. - ağası the chief white eunuch in the sultan´s palace. - almak/yapmak backgammon to get two men on a point, block a point. - aralığı slang bastard. -sını aşındırmak /ın/ to visit (someone) often. - baca açık unprotected (place). - bir komşu next-door neighbor. -yı büyük açmak 1. to embark on an expensive undertaking. 2. to spend money prodigally. -sında büyümek /ın/ to grow up in the household of. -sını çalmak /ın/ 1. to knock at (someone´s) door. 2. to resort to, seek help from. -yı çekmek to shut the door. - çerçevesi door frame. -ya dayanmak to heave into sight, be pounding at the door, be upon one. - dışarı etmek /ı/ to show (someone) the door, throw (someone, an animal) out. - duvar olmak for no one to answer the door (after repeated knocking). - gibi strapping. -nın ipini çekmek to call on (so many) people. - kadar huge, enormous. -dan kapıya door-to-door. - kapı dolaşmak 1. to visit many people. 2. to go from office to office (trying to get one´s business done). -sına kilit vurmak /ın/ 1. to lock up (a place). 2. to close down (a business). - kolu door handle. - komşu next-door neighbor. -dan kovsan/kovulsa bacadan düşer/girer. colloq. He is shamelessly persistent. - kuzusu/yavrusu wicket (in a large door or gate). - mandalı 1. door latch. 2. person whom no one considers important. - numarası street number (of a house). -sı olmak /ın/ to require (so much money): Bu, on liranın kapısıdır. This will cost you ten liras. - tokmağı knocker, door knocker. -yı vurmak to knock at the door. - yapmak 1. /a/ to lead up to (a subject or request) gently. 2. to visit (a specified number of) homes. 3. backgammon to block a point. -sını yapmak /ın/ to lead up to (a subject or request) gently. - zinciri door chain. -
15 göz
göz s1) Auge nt\göz alabildiğine so weit das Auge reicht\göz almak blendenbir şeyi \göz ardı etmek etw ignorieren [o nicht beachten], etw außer Betracht lassen, etw unberücksichtigt lassenbiriyle \göz \göze Auge in Auge mit jdm\göz göre göre vor aller Augen\göz görmeyince gönül katlanır ( fig) was ich nicht weiß, macht mich nicht heiß\göz kırpmak mit den Augen zwinkernbir şeye \göz koymak es auf etw abgesehen habenbir kimseye/şeye \göz kulak olmak auf jdn/etw aufpassen, auf jdn/etw achtenbir şeyi \göz önüne almak ( fig) etw ins Auge fassen; ( dikkate almak) etw berücksichtigen, etw in Betracht ziehen\göz yummak ( fam) ein Auge zudrücken, dulden (-e)\gözden geçirmek durchsehenbirini \gözden gönülden çıkarmak ( fig) jdn abschreiben\gözden ırak olan gönülden de ırak olur ( prov) aus den Augen, aus dem Sinnbirini \gözden kaybetmek jdn aus den Augen verlieren\göze \göz, dişe diş Auge um Auge, Zahn um Zahn\göze almak wagen, riskieren\göze batmak ins Auge stechen\göze çarpmak ins Auge fallen, auffallen\gözleri iyi görmek/görmemek gute/schlechte Augen haben\gözlerim karardı mir wurde schwarz vor Augen\gözlerine inanamadı er traute seinen Augen nicht\gözlerini bir şeye/kimseye dikmek sein Augenmerk auf etw/jdn richtenbirini \gözü çok tutmak/hiç tutmamak viel/nichts von jdm haltenbir şeyi \gözü kapalı yapabilmek ( fig) etw im Schlaf können\gözü morarmış olmak ein blaues Auge habenbir şeyde \gözü olmak ( fig) etw im Auge haben\gözü sönmek das Augenlicht verlierenbir işi \gözü ye(me) mek sich etw (nicht) trauen\gözü yükseklerde olmak ( fig) hoch hinauswollen\gözümden kaçmadı es ist mir nicht entgangenbirini \gözünden kaçırmamak jdn nicht aus den Augen verlierenbir şey \gözüne kaçmış olmak etw im Auge haben\gözüne uyku girmemek ( fig) kein Auge zutun\gözünü açık tutmak die Augen offen haltenbirinin \gözünü açmak ( fig) jdm die Augen öffnen\gözünü dört açmak ( fig) gut aufpassen, wachsam sein\gözünü kırpmadan ( fig) ohne mit der Wimper zu zuckenbirinin \gözünü korkutmak ( fig) jdn einschüchternbir şeyi \gözünün önünden geçirmek ( fig) etw Revue passieren lassen, etw durchspielenbir şeyi \gözünün önüne getirmek ( fig) sich etw vor Augen führenbütün gece \gözüme uyku girmedi ( fig) ich habe die ganze Nacht kein Auge zugetançıplak \gözle mit bloßem Augeherkesin \gözü önünde vor aller Augenonu kendi \gözümle gördüm ich habe es mit eigenen Augen gesehen2) Blick m\göz atmak einen Blick werfen (-e auf)geçerken içeriye bir \göz attı beim Vorbeigehen warf er einen Blick hineinhaberlere bir \göz atmak einen Blick auf die Nachrichten werfenkem \göz der böse Blick3) (torpido \gözü) Fach nt -
16 ara
антра́кт (м) па́уза (ж)* * *1.1) промежу́ток, расстоя́ние (пространство, разделяющее два предмета)okul ile ev arası yüz metre kadar — расстоя́ние от шко́лы до до́ма о́коло ста ме́тров
2) отре́зок вре́мениara ara — вре́мя от вре́мени; по времена́м
arada neler olmadı — за э́то вре́мя чего́ то́лько не произошло́
arada bir — иногда́, и́зредка, вре́мя от вре́мени
aradan — с той поры́, с тех пор, с того́ вре́мени
aradan bir yıl geçti — [с тех пор] прошёл год
arasından — ме́жду ( двумя событиями)
bir ara — [в] одно́ вре́мя, како́е-то вре́мя
bir ara şehirde yoktu — како́е-то вре́мя его́ в го́роде не́ было;
bu arada — в э́то вре́мя, тем вре́менем
o arada — в тот моме́нт
3) переры́в, па́уза; антра́кт; тайм-а́утara almak — спорт. взять тайм-а́ут
ara vermek — прерва́ться, сде́лать переры́в
ara vermeden — беспреры́вно, непреры́вно
4) отноше́ния ( между людьми)araları — их отноше́ния
araları pek iyidir — у них прекра́сные отноше́ния
araları açık — ме́жду ни́ми плохи́е / натя́нутые отноше́ния
aralarını bozmak / açmak — по́ртить отноше́ния, се́ять вражду́, вноси́ть раздо́р
aralarını bulmak — помири́ть кого с кем
Emine ile aralarını bulmaya çalışacağını söyledi — он сказа́л, что попыта́ется помири́ть его́ с Эмине́
arası — его́ отноше́ния
arası açık — он в плохи́х отноше́ниях (с кем-л.)
eviyle arası açık — он не в лада́х со свое́й семьёй
arası / araları açılmak — испо́ртиться - об отноше́ниях
arası hoş / iyi olmak — а) быть в дру́жественных отноше́ниях (с кем-л.); б) получа́ть удово́льствие (от чего-л.)
arası hoş / iyi olmamak — недолю́бливать
araya girmek — а) посре́дничать; б) впу́тываться, вме́шиваться (в дела и т. п.), помеша́ть чему
araya soğukluk girdi — в их отноше́ниях возни́к холодо́к, они́ охладе́ли друг к дру́гу
arayı soğutmak — постепе́нно охладе́ть друг к дру́гу
2.arayı yapmak — помири́ться с кем
находящийся между чем-л.ara kapı — прохо́д, а́рка (между двумя зданиями и т. п.)
ara renk — полуто́н, отли́в
3.ara sokak — переу́лок
в функции служ. имениarasına — в...
kalabalık arasına sokulmak — бро́ситься в толпу́, смеша́ться с толпо́й
arasında — ме́жду, среди́
dostlar arasında — среди́ друзе́й, ме́жду друзья́ми
iki ev arasında — ме́жду двумя́ дома́ми
kalemler arasında — среди́ ру́чек
toplantılar arasında — ме́жду заседа́ниями / собра́ниями
bu yol köy ile orman arasından geçer — э́та доро́га прохо́дит ме́жду дере́вней и ле́сом
parmaklık arasından — че́рез решётку
aramızdan — из нас, из на́шей среды́
aramızdan biri — оди́н из нас
öğrenciler arasından — из числа́ студе́нтов
••- aradan çıkarmak
- aradan çıkmak
- aradan çekilmek
- araya girmek
- araya gitmek
- araya kaynamak
- arada kalmak
- aralarından kara kedi geçmiş
- aralarına kara kedi girmiş
- aralarında dağlar kadar fark var
- araya koymak
- aralarından su sızmaz -
17 el
el1 Hand f; Vorderfuß m; eine Partie f Schach usw, ein Spiel n; beim Schachspiel z.B. Zug m; Reihe f; fig Vermittlung f; Gewalt f;el altında olmak etwas griffbereit haben;el altından heimlich;-e el atmak die Hand ausstrecken, greifen nach; jemanden streng halten; sich interessiert zeigen (an D);el ayak alle (Menschen);el ayası Handteller m;el bağlamak die Hände ehrerbietig übereinanderlegen;el bende (oyunu) Art Haschespiel n;şimdi el bende! jetzt komme ich (an die Reihe);el çabukluğu Handfertigkeit f; fig Gerissenheit f;el çantası Handtasche f;el çırpmak in die Hände klatschen;el değmeden hazırlanmış maschinell (und hygienisch) hergestellt;el değmemiş ungebraucht;el ele vermek sich die Hände reichen;el emeği manuelle Arbeit; handgearbeitet; Lohn m;el erimi in Reichweite;el freni Handbremse f;el işi Handarbeit f;el katmak sich einmischen; eingreifen;-e el koymak sich einer Sache (G) annehmen; fig in die Hand nehmen (A); beschlagnahmen; sich (D) etwas aneignen;el sanatları Kunstgewerbe n;el sıkmak jemandem die Hand drücken;el sokmak sich einmischen;el topu Handball m;-e el vermek jemandem behilflich sein;el vurmak in die Hände klatschen (um jemanden zu rufen);el vurmamak keinen Finger rühren;el yazılı handgeschrieben;el yazısı allg Handschrift f (a Gegenstand), Manuskript n;el yazması Handschrift f; handgeschrieben;el yordamıyla durch Tasten;elde beim Rechnen: elde var beş … fünf im Sinn;elde bir feststehend;elde bulunmak vorliegen;elde edilmez uneinnehmbar;elde etmek beschaffen; Bodenschätze usw gewinnen; ziehen; jemanden abwerben; erobern; einnehmen;elde mi? (ganz) unmöglich!;eldeki vorliegend, vorhanden;elden persönlich, selbst, von mir aus;elden ağıza yaşamak von der Hand in den Mund leben;-i elden bırakmak verzichten (auf A);elden çıkarmak veräußern, abstoßen (A);elden düşme aus zweiter Hand;elden geçirmek durchsehen, überprüfen;elden geldiği ölçüde in möglichst großem Umfang;(-in) elden gelmek (jemandem) möglich sein; fam Geld rausrücken, blechen;elimden dikiş gelmiyor ich kann nicht nähen;elden gitmek verloren gehen, einer Sache (G) beraubt werden;ele alınır recht nützlich;ele alınmaz miserabel;ele geçmek in die Hände fallen;ele vermek jemanden ausliefern, verraten; fig verraten (z.B. Alter);eli açık freigebig;eli bayraklı Streithammel m; Aufrührer m;eli boş mit leeren Händen; mittellos; beschäftigungslos;eli çabuk behände, flink; geschickt;onun eli kolu bağlı ihm sind die Hände gebunden; er steht tatenlos da;-de eli olmak seine Hand (bei D) im Spiele haben;eli yordamlı bewandert, erfahren;elinde bulunmak (oder olmak) haben; besitzen; beherrschen;elinde ekşimek liegen bleiben, fam schmoren;elinde kaldı (er/sie) ist die Ware nicht losgeworden;elinden gelen sein Möglichstes (zu tun);elinden gelirse … wenn es in seiner Macht steht, …;elinden tutmak für jemanden sorgen;-in eline bakmak auf jemanden (materiell) angewiesen sein;-in eline geçmek Geld verdienen, bekommen;-in eline kaldım (er/sie) war ( oder ist) meine einzige Stütze;elini sürmemek nicht berühren; sich nicht herablassen;-e elini uzatmak jemanden unterstützen;-den elini yıkamak die Finger von (D) lassen;elinin altındadır etwas steht zu seiner Verfügung;elin(iz)e sağlık gut gelungen!, danke schön! (für Essen und handwerkliche Tätigkeiten);eller yukarı! Hände hoch!el2 Volk n; Land n; Heimat f; Fremde(r); Außenseiter m;el gün alle, (das) Publikum, die anderen;el oğlu (der) Fremde -
18 baş
1.1) голова́baş çanağı — че́реп
2) пере́дняя (головна́я) часть (чего-л.)3) глава́, руководи́тель; вождь- ın baş ına geçmek — возгла́вить
ırgat başı — надсмо́трщик (надзира́тель)
sınıf başı — кла́ссный руководи́тель
4) голо́вка (чего-л.)5) верши́на; маку́шкаbaşı dumanlı — а) с верши́ной, оку́танной тума́ном (о горе); б) опьянённый (любовью, вином)
6) нача́ло (чего-л.)başında — а) в нача́ле (чего-л.); б) на [его́] попече́нии (иждиве́нии)
7) мор. нос, носова́я часть (корабля)8) осно́ва, основа́ние9) голова́, голо́вка (как счётное слово)beş baş soğan — пять голо́вок лу́ка
10) завито́к (скрипки и т. п.)11) пла́та посре́днику2.гла́вный; ста́ршийbaş aktör — актёр гла́вных роле́й
baş cümle — грам. гла́вное предложе́ние
baş harf — нача́льная (загла́вная) бу́ква
3.в функции служ. имени:(-ın) başına, başında — у, к, за, о́коло, вокру́г
- ın başına üşüşmek — собра́ться, столпи́ться вокру́г кого-чего
iş başına — за де́ло, к де́лу
◊
başta — а) внача́ле, снача́ла; б) во главе́◊
baştaki — стоя́щий во главе́, руководи́тель◊
başı açık — а) с непокры́той голово́й, простоволо́сый; б) бессты́дный; в) соверше́нно я́вный, очеви́дный◊
başı ağrımak — а) боле́ть — о голове́; б) быть обременённым забо́тами◊
baş ağrısı — а) головна́я боль, недомога́ние; б) неприя́тность; забо́ты◊
baş ağrısı vermek — причиня́ть беспоко́йство◊
-ın başını ağrıtmak — докуча́ть, надоеда́ть◊
-dan alamamak — быть о́чень за́нятым чем◊
siparişten baş alamıyorum — у меня́ нет отбо́я от зака́зов◊
başını alıp gitmek — а) уйти́ незаме́тно, улизну́ть; б) убра́ться◊
baş(ın)dan atmak — а) отде́латься, изба́виться от кого; б) вы́бросить из головы́◊
baş bağlamak — заколоси́ться◊
-ın başını bağlamak — пожени́ться◊
başı bağlı — а) жена́тый; б) решённый (напр. о вопросе); в) свя́занный◊
baş başa — с гла́зу на глаз, наедине́◊
-ı baştan başa — из конца́ в коне́ц; всё, целико́м◊
başı başa çatmak — а) шушу́каться; б) вме́сте обду́мать◊
baş başa çıkmak — приходи́ться впо́ру◊
baş başa kalmak — остава́ться вдвоём◊
baş başa vermek — а) совеща́ться, сгова́риваться; б) спла́чиваться; объединя́ть уси́лия◊
başında beklemek — поджида́я, стоя́ть ря́дом◊
baş belâsı — доса́да, неприя́тность◊
-ın başına belâ getirmek — навле́чь беду́ на кого◊
başı belâya uğramak — попа́сть в беду́◊
başımla beraber — с больши́м удово́льствием!◊
başa beraber tutmak — ока́зывать большо́е уваже́ние◊
baş bilmez — необъе́зженный (о лошади)◊
başını bir yere bağlamak — найти́ рабо́ту для кого◊
-ın başına bitmek — навяза́ться на го́лову, надое́сть кому◊
baş boy — са́мый лу́чший◊
başımda bu iş var — мне на́до сде́лать э́ту рабо́ту◊
baş bulmak — обеспе́чивать при́быль◊
başına buyruk — а) своево́льный; б) сам себе́ голова́; незави́симый◊
başına buyruk bir cumhuriyet — незави́симая респу́блика◊
başı bütün — обл. заму́жняя [же́нщина]◊
başından büyük işlere girişmek — бра́ться за непоси́льное де́ло◊
başından büyük yalan söylemek — говори́ть глу́пости◊
-ın başına çadır yıkmak — навле́чь беду́ на кого◊
başının çaresine bakmak — позабо́титься о себе́◊
-a baş çekmek — а) быть инициа́тором; б) води́ть (в игре)◊
-ı baştan çıkarmak — а) совраща́ть; б) сбива́ть с пути́ (с то́лку)◊
-la başa çıkmak — сла́дить с кем-чем◊
-ınbaşına çıkmak — капри́зничать; надоеда́ть◊
başa çıkmamak — не спра́виться◊
-ın başına çorap örmek — стро́ить ко́зни◊
başı dara gelmek — попа́сть в затрудни́тельное положе́ние◊
baştan defetmek — изба́виться от кого-чего◊
başını derde sokmak — а) попа́сть в беду́; б) навле́чь беду́ на кого◊
başı dinç — безмяте́жный◊
başını dinlendirmek — дать отдохну́ть голове́◊
baş döndürücü — головокружи́тельный◊
başı dönük — а) испы́тывающий головокруже́ние; б) сби́тый с то́лку◊
baş eğmek — а) поклони́ться; б) Д склони́ть го́лову; подчини́ться◊
baş eğmez — непрекло́нный; сме́лый◊
-ın başın(d)a ekşimek — быть обу́зой◊
-ın başını ezmek — обезвре́дить◊
başta gelen — осно́вной◊
başına gelenler — приключе́ния◊
başıma gelenler — пережи́тое мно́ю◊
başı göğe değmek — быть на седьмо́м не́бе (от счастья)◊
baş göstermek — а) случи́ться; появи́ться; б) вспы́хнуть (о мятеже, восстании)◊
baş(ı) göz(ü) sadakası — ми́лостыня за моли́тву во здра́вие больно́го◊
-ın başını gözünü yararak — а) с грехо́м попола́м; б) скве́рно◊
başını göz(ünü) yarmak — а) изуве́чить (в драке); б) натвори́ть глу́постей◊
başına gün doğdu — ему́ улыбну́лось сча́стье◊
başı havada — а) надменный, высокомерный (о человеке); б) надме́нно, высокоме́рно◊
başı hoş olmak — чу́вствовать себя́ хорошо́◊
-la başı hoş olmamak — не нра́виться кому, быть недово́льным кем-чем◊
başa iletmek — доводи́ть до конца́◊
baştan inme — неожи́данный◊
-ı, -ın baş(ın)a kakmak — попрека́ть◊
baş kaldırmak — а) поднима́ть го́лову, восстава́ть; б) освобожда́ться (от занятий); в) поднима́ть го́лову, ожива́ть; г) подня́ть го́лову (в знак несогласия)◊
baştan kalmış — оста́вшийся от кого◊
başı kapalı — секре́тный◊
başına karalar bağlamak — си́льно печа́литься◊
başında kavak yel(ler)i esmek — вита́ть в облака́х◊
başını kayaya çarpmak — слома́ть себе́ ше́ю; би́ться лбом о сте́нку◊
baş kesen — головоре́з◊
baş kesmek — а) кла́няться кому; б) выка́зывать уваже́ние кому◊
-ın başını kesmek — обезгла́вить, отруби́ть го́лову◊
-ı başından kesmek — реши́тельно поко́нчить с чем◊
baş kıç belirsiz olmuş — всё пришло́ в по́лный беспоря́док◊
baş kıç vurmak — мор. испы́тывать ка́чку◊
başına kına yakmak — ликова́ть◊
baş kırmak — поклони́ться◊
başı kızmak — рассерди́ться◊
başından kork mak — боя́ться за себя́◊
baş korkusu — страх наказа́ния (возме́здия)◊
baş koşmak — а) Д де́лать что-л. от всего́ се́рдца, вкла́дывать ду́шу; б) с ile идти́ в но́гу с кем◊
baş ko(y)mak — а) сложи́ть го́лову за кого- что; б) посвяти́ть себя́ чему; в) Д дава́ть согла́сие◊
baş köşe — [са́мое] почётное ме́сто◊
baş köşeyi işgal etmek — заня́ть почётное ме́сто◊
başını kurtarmak — спаса́ться◊
başı nara yanmak — понести́ большо́й уще́рб из-за кого◊
başından nikâh geçmek — быть заму́жней (жена́тым)◊
-ın başını okutmak — прочита́ть моли́тву (над больным)◊
baş olmak — а) быть главо́й (главарём) чего; б) удава́ться (о каком-л. деле)◊
başında olmak — а) быть чьей-л. обя́занностью (о работе); б) пережива́ть◊
başını ortaya koymak — рискова́ть голово́й◊
başı önünde — скро́мный◊
başı pek — а) упря́мый; б) глу́пый◊
baş sağlığı — соболе́знование (в связи со смертью близкого)◊
baş sağlığı dilemek — утеша́ть, соболе́зновать◊
her şeye baş sallamak — во всём подда́кивать◊
-ı, ın başına sarmak — навя́зывать что кому◊
baştan savma cevap — небре́жный отве́т◊
baştan savma yapmak — де́лать ко́е-ка́к◊
başsedir — почётное ме́сто◊
başı sert — непослу́шный◊
başına soğukgeçmek — поступа́ть глу́по◊
başını sokacak bir yer — прию́т, приста́нище◊
-a başını sokmak — пристро́иться (куда-л.)◊
baş tacı — куми́р◊
başına taçetmek — проявля́ть любо́вь к кому◊
başı taşa değdi — а) он оказа́лся в тру́дном положе́нии; б) у него́ го́рький о́пыт◊
başını taştan taşa çarpmak — а) го́рько сожале́ть; б) би́ться голово́й об сте́нку◊
başta taşımak — а) ока́зывать большо́й почёт (уваже́ние); б) ста́вить во главу́ угла́◊
başına tedarik görmek — иска́ть вы́ход из положе́ния◊
başına teller takınmak — о́чень ра́доваться◊
-a baş tutmak… — держа́ть курс на …◊
baş tutmamak — сбива́ться с ку́рса, не слу́шаться руля́ (о судне)◊
başı ucunda — а) у изголо́вья [посте́ли]; б) побли́зости, ря́дом◊
baş(ım) üstüne! — а) есть!; б) с удово́льствием!◊
-ı başı üstünde taşımak — высоко́ чтить кого◊
baş vermek — а) рискова́ть голово́й; же́ртвовать жи́знью; б) появи́ться; в) созре́ть (о чирье); г) заколоси́ться (о злаках); д) полоска́ть (бельё)◊
baş vurma — обраще́ние; запро́с◊
-a baş vurmak — а) бить чело́м; обраща́ться к кому- чему; б) клю́нуть (о рыбе)◊
baştan vurulmuş — раненный в го́лову◊
baş yastığı — поду́шка◊
başı yastık görmemek — а) не име́ть ни мину́ты о́тдыха; б) не сомкну́ть глаз◊
başına yazılan — судьба́◊
başı yerine gelmek — прийти́ в себя́, опо́мниться◊
başı yukarda — а) го́рдый; б) не чу́вствующий стесне́ния◊
baştan yukarı — сверх ме́ры◊
başına yular geçirmek — а) испо́льзовать кого-л. в коры́стных це́лях; б) прибра́ть к рука́м кого◊
adam başma reel gelir — реа́льный дохо́д на ду́шу населе́ния◊
en başta — пре́жде всего́◊
yeni baştan — сно́ва, снача́ла◊
teknik bakımdan yeni baştan donatım — техни́ческое перевооруже́ние -
19 ara
"1. distance (between two things). 2. time between two events, interval. 3. relations (between people). 4. break (in a game); interlude; intermission. 5. space, spacing. 6. time, point in time. 7. intermediary, intermediate. -da during the intervening time: Pazartesi ve cumartesi günleri gelir; arada hiç gözükmez. He comes on Mondays and Saturdays; on days other than these he´s not to be seen. -dan in the meantime, meanwhile, during the intervening time: Aradan on gün geçmişti. In the meantime ten days had gone by. -sına 1. between. 2. among. -sında 1. between. 2. among. -sından 1. from between. 2. from among. 3. through. -ları açık. They are not on friendly terms./Their friendship is broken. -ları açılmak to be on strained terms. -larını açmak /ın/ to spoil (their) friendship, create a rift (between). -larına almak /ı/ to let (someone) join one´s group. -da bir from time to time, now and then. -larını bozmak /ın/, - bozmak to destroy the friendship (between or among). -ları bozulmak to be on strained terms. - bölge buffer zone. -larını bulmak /ın/, - bulmak to reconcile, settle a dispute (between). -da çıkarmak /ı/ to get (something) done when one has a spare minute, get (something) done in a spare minute, squeeze (something) into one´s schedule (said of a task done while one is in the midst of other work). -dan çıkarmak /ı/ to get (something) done, get (something) over with (so that one can get on with other work). -dan çıkmak 1. (for a pestiferous person) to absent himself/herself, leave. 2. (for a task) to be done, be over with, be finished (so that one can get on with other work). -larında dağlar kadar fark var. colloq. They are as different as black and white./They are as different as chalk and cheese. - devlet buffer state. - duvar partition, dividing wall. -larını düzeltmek /ın/ to reconcile. -sı geçmeden without delay, while the situation is still fresh. -larına girmek /ın/ to work to reconcile (two people or two parties). -ya girmek 1. to work to reconcile two people. 2. (for something unexpected) to interfere suddenly with the work in hand. -ya gitmek 1. to go to waste. 2. to be lost in the confusion. -sı hoş olmamak /la/ 1. to be on bad terms with. 2. to dislike (something). -da kalmak to suffer for mixing in a dispute between others; to be caught in the middle in an argument. -larında kan olmak to have a blood feud (between). - kapı communicating door. -larından kara kedi geçmek/-larına kara kedi girmek to be cross with each other. - kararı provisional decision (of a court). -larına karışmak /ın/ to mix (with). -larında karlı dağlar olmak to be far apart, be very different. -da kaynamak to pass unnoticed, get lost in the shuffle. -ya koymak /ı/ to ask (a third person) to mediate. - limanı port of call. - mal semifinished goods. - seçim by-election. - sıra/-da sırada now and then, from time to time, occasionally. -ya soğukluk girmek to have a coolness arise in a friendship. -sı soğumak /ın/ to lose its importance with the passage of time. -sını soğutmak /ın/ to delay (a thing so that it is forgotten). -yı soğutmak (for a friendship) to cool off. -larından su sızmamak to be very close friends. - vermeden/vermeksizin continuously. - vermek /a/ to take a break (from), stop doing (something) for a while. -ya vermek /ı/ to waste. -ları yağ bal olmak to be intimate friends. -yı yapmak 1. to become friends again, make up. 2. to reconcile friends who have quarreled." -
20 hava
hava [xava] s\hava almak (açık \havada gezmek) frische Luft schnappen; ( umduğunu bulamamak) leer ausgehen; (içine \hava almak) Luft durchlassenlastiğe \hava basmak einen Reifen aufblasen\havadan sudan konuşmak ( fam) ins Blaue hineinreden\havaya uçurmak in die Luft sprengen\havanın gözü yaşlı es sieht nach Regen ausbugün \hava güzel es ist heute schönes Wetter3) Klima nt\hava değiştirmek das Klima ändernburanın \havası sert das Klima hier ist rauaçık \havada unter freiem Himmel6) (dans \havası) Melodie f\havası olmak Flair habenkadın güzel değil, ama \havası var die Frau ist nicht schön, aber sie hat Flairodanın öyle lüks bir \havası var( dır) ki, ... das Zimmer hat ein solches Flair von Luxus, dass...\havayı bozmak die Stimmung verderben\havasını bulmak in Stimmung kommenbu sözlerin sonu \hava! ( fam) das ist nur leeres Gerede!
- 1
- 2
См. также в других словарях:
açık olmak — (bir yer, birine) bir yerde her zaman iyi karşılanmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
bahtı açık olmak — bir konuda şansı yaver gitmek, talih yüzüne gülmek Zaten başak burcunda doğmuş ananın kızında evlenme bahtı açık olur. H. R. Gürpınar … Çağatay Osmanlı Sözlük
açık — sf., ğı 1) Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı Açık pencerenin önünde denize karşı saatlerce dertleştik. R. N. Güntekin 2) Engelsiz Açık yol. 3) Örtüsüz, çıplak Açık baş. 4) Boş Kâğıtta açık yer kalmadı. 5) Görevlisi olmayan, boş (iş, görev) … Çağatay Osmanlı Sözlük
gözü açık olmak — fırsattan yararlanmak, kurnazca davranmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
arası (veya araları) açılmak (veya açık olmak veya bozulmak) — arkadaşlıkları sarsılmak, arkadaşlık bağları kopmak, birbirine darılmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
gözü açık — sf., ğı Uyanık, becerikli (kimse) Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller gözü açık gitmek gözü açık olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
bahtı açık — sf., ğı Talihli (kimse) Atasözü, Deyim ve Birleşik Fiiller bahtı açık olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
vazıh olmak — açık durumda bulunmak, anlaşılır biçimde görünmek Bir sözü ve bir fikri sevmeniz için onun mutlaka vazıh olması lazım gelmez. A. Ş. Hisar … Çağatay Osmanlı Sözlük
samimi olmak — 1) içten, açık yüreklilikle davranmak Kocasının samimi olup olmadığını düşünmeden kadın insiyakıyla üzülüverdi. S. F. Abasıyanık 2) içli dışlı olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
tiryakisi olmak — (bir şeyin veya birinin) bir şeye veya birine çok düşkün olmak Artık birbirimizin tiryakisi olmuştuk. Y. Z. Ortaç Açık söyleyeyim, ben parasızlığın tiryakisi bile oldum. P. Safa … Çağatay Osmanlı Sözlük
TEREYY — Açık olmak … Yeni Lügat Türkçe Sözlük